ANTAKYA ve HRİSTİYANLIK

ANTAKYA ve HRİSTİYANLIK

M.Ö. 300 yılında Seleukoslar tarafından kurulan Antakya, NM.Ö. 64 yılında Romalılar geldiğinde Kuzeybatı Suriye bölgesinin en büyük şehri , aynı zamanda Seleukos başkenti ve önemli bir askeri, idari ve ticari merkezdi. Yeni Roma vilayetinin de –ya da Roma Suriyesinin) başkenti oldu. Şehrin nüfus yapısı kozmopolit idi. Her türlü inanç ve önemli bir Yahudi kolonisi vardı.
9 Nisan 37 günü şehir ve çevresinde şiddetli bir deprem oldu, önemli tahribata yol açtı. (Caligula dönemi). 115 yılındaki deprem
Antik dönemlerin Antakya şehri Roma, Atina, İskenderiye, İstanbul gibi Greko-romen dünyasının diğer şehirlerinden oldukça farklı bir yerdi. Bu şehirler gerçekten karakterini temsil ettikleri ve yaşattıkları medeniyetin fiziksel kişiliğini hiçbir şekilde kaybetmemişlerdi. Ama Antakya için öyle olmadı. 7. yüzyılda bu bölge Arap-İslam ordularına boyun eğince Antakya halkının pek çoğu Bizans İmparatorluğu’nun başka yerlerine ya da Batıya kaçtılar. Antakya izole edilmiş bir yerleşim birimi olarak yaşamaya başladı. Çünkü İslam döneminden sonra tekrar Bizans, sonra Selçuklu, Haçlılar dönemlerini yaşadı ve bu dönemlerde antik harabeler arasında uzun süre büyükçe bir köy olarak varlığını sürdürdü. Fiziki varlığının bu kadar küçülmesine ve şehrin yer altında gömülü olmasına rağmen antik Bir dönem antik medeniyetin zirvesine çıkmış olan Antakya’nın fikir ve kültür hayatı da Grekçe, Latince ve Süryanice yazılmış edebi kaynaklarda bütün ihtişamıyla ve canlılığıyla yaşıyordu.
Antakya, özel misyonu olan bir şehirdi:
Büyük İskender’in fetihlerinin başlangıç döneminde Grek kültürü Semitik Suriye’ye aşılanmış, doğu ve Grek medeniyetleri burada yüzyüze gelmişti. Şehir, doğululaşmış Grekler ve Helenleşmiş doğulularla doluydu. İnanç hayatı Zeus, Apollo ve Panteon’a bağlı hellenistik kültlerle birlikte, Zeus ve Artemis kimliğine bürünmüş Baal ve ana tanrıça gibi Suriye kültleri ile, ölümden sonraki hayatla ilgili vaadler içeren gizemli dinler ve felsefelerden oluşuyor, bunlar halkın kişisel problemleri için birer dini tatmin ve çözüm vasıtası olarak görülüyordu..
Bu şehir daha sonra içinde Hristiyanlığın ve Grek geleneğinin aynı anda telif edilerek bir arada yaşadığı, yeni bir Hristiyan-Hellen geleneğinin meydana getirildiği güçlü bir Hristiyanlık merkezi olacaktı.
Şehir, imparatorluğun tüm bölgeleri ile ticari ilişkilere sahipti. Burada eski ve geniş bir Yahudi topluluğu ve Musevilikte Pagan inancından daha tatmin edici bir ahlaki doktrin bulan, bu yüzden Museviliğe yakınlık duyanların oluşturduğu bir de ”Gentile” topluluğu vardı. Şehir ortamı yeni bir inancı karşılamaya hazır gibiydi.
Burada, Doğu stilinde inşa edilmiş evlerin arasında uzayıp giden daracık yolların altında, sırasıyla Zeus, Apollo, Afrodit ile İsa’nın havarilerinin izlerini taşıyan kadim bir şehrin kalıntıları yatmaktadır. St. Paul ve St. Barnabas’ın caddelerinde vaaz ettikleri ve müritlerinin ilk defa “Hristiyan” olarak adlandırıldığı yer Antakya’dır.(Resullerin işleri, 11/26). St. Paul dini yaymak için yaptığı seyahatlerin başlangıç yeri ve St. Peter’in “ilk piskopos” olarak kabul ve ilan edildiği yer Antakya’dır. Roma’ya gönderilip teşhir edilen ve vahşi hayvanlara diri diri parçalattırılıp yedirilen Antakyalı Piskopos Ignatius, şehrin ve dinin tarihinde çok önemli bir şehit olarak yer alır.
İlk Hristiyan Bizans İmparatoru olan Büyük Konstantin Antakya’da Hristiyan dünyasının en ünlü kiliselerinden biri olarak bilinen kutsanmış Büyük Kilise, sekizgen yapılı “altın Ev”i yaptırdı.
4. yüzyılda putperest imparator Julian’ın Antakya’da çok tanrılı inancı yeniden canlandırmaya çalıştı.
Antik dönemin en yetenekli vaizi olarak bilinen St. John Chrysostom, Katedralde verdiği vaazlarda , Büyük Theodosius zamanındaki büyük isyandan sonra halkı sükunete davet etti.
Ömrünü Antakya ile Asi deltası arasındaki yüksek bir dağ üzerinde bulunan kilisenin merkezindeki direk üzerinde geçiren küçük St. Symeon Stilit burada toprağa verilmiştir.
Bütün gelişmelere rağmen paganizm izleri 6. yy’a kadar silinmediğinden, Antakya Patriği tarafından hala putperestlik dönemi adetlerine göre adak kesme ve büyü ile uğraşma suçlamalarında bulunulduğu görülebiliyordu.
Bu şehrin tarihine, yaşanan hızlı değişimler kadar yaşanan çeşitli afetler de damgasını vurmuştur. Yok edecek derecede büyük bir yangın, şiddetli depremler, Persler tarafından yağmalanma, 6. yy. ilk yarısında büyük bir veba salgını şehrin refahını sona erdiren, hızını kesen etmenler oldu. 638 yılında Arap-İslam orduları tarafından zaptedildiğinde, bir sınır şehri ve kalesi halindeydi.
Anadolu ile Mısır’ı birbirine bağlayan ve kuzey-güney güzergahını izleyen ana yol Antakya’dan geçen milletlerarası bir ana yol niteliğinde idi.
Antakya Asi üzerindeki deniz trafiğinin başıydı ve nehir yolu ile denizden Antakya’ya bir günde ulaşılabilirdi. Mallar Antakya’dan kayık ve sallara yüklenir, Al Mina’ya götürülerek orada gemilşere yüklenirdi. Kara yolculuğu da bir gün sürer, hızlı yürüyüşle nehir boyundan gidiş dönüş bir günde tamamlanabilirdi.
M.Ö. 1. yy.da Antakya Kuzeybatı Suriye’nin en büyük şehri, Seleucid başkenti ve bir askeri, idari ve ticari merkez idi. Bu haliyle bir Roma vilayeti olarak Romalılara intikal etti. Buraya vali olarak memuriyet hayatının sonuna gelmiş konsüller atanıyordu.